Spinoza 5
Doğal hak kavramı üzerine
Deleuze’un ders notlarında iki ayrı bakış açısı anlatılıyor. İlki klasik
(geleneksel) doğal hak kavramı. Buna göre her insanın bir özü vardır ve
insanların doğal hakları özlerine uygun düşen şeylerdir. Ancak özün ne olduğunu
ve neyin öze uygun düşüp düşmeyeceğini kim bilebilir? Yalan söylenebilir mi?
Peki ya beyaz yalanlar? Aç bir insan hırsızlık yapabilir mi? Vesaire bir sürü
sorular. İşte bu klasik doğal hak kavramı, ki buna özcü yaklaşım da deniyor,
bir dış sese ihtiyaç duyuyor. Yani bilge biri bize söyleyecek neyin özümüze
uygun olup neyin olmadığını. Bir bilge bir aziz bir peygamber bir ermiş vs lazım.
Çünkü biz bilemeyiz neyin bizim için iyi olduğunu….. Bunu geçiyorum ve
Spinozacı doğal hak kavramına geliyorum. Spinozaya göre kişilerin özlerini
belirleyen onların kudretleridir. Yani bir şeyin özü yapabildikleridir. Her şey
bir kudretle tanımlanır ve bir bireyin doğal hakkı kudretinin yettiği her
şeydir. Asmak kesmek kelle uçurmak hırsızlıktan altın vurmak. Ancak insan
doğası gereği toplumsaldır ve toplumsal olmanın gereği olarak da uzlaşmacıdır.
Bireyler toplumsallık adına uzlaşma yoluyla haklarından feragat ederler. Bu
etik davranmadır. Olan budur.
Spinoza 6
Bazı alıntılar
- Spinoza’ya göre bireyler her
biri sonsuz sayıda basit sarkaçtan oluşmuş bileşik sarkaçlardır. Ve bireyi
tanımlayan şey de bir titreşimdir. Tamam.
- Spinoza’nın hareket ve
dinginlik ilişkilerinden, hareket ve durağanlık oranlarından bahsettiğinde
anlatmak istediği nedir? Şunu demektedir; sonsuz küçüklükler, sonsuzca küçük
şeylerin sonsuz bir koleksiyonu, sonsuz bir toplamı, şu ya da bu bireye, şu ya
da bu hareket ve dinginlik ilişkisi içinde aittir, nedir bu ilişki? – bu
diferansiyel bir ilişkidir. Bu, sonsuz toplamlarda, sonsuzca küçük şeylerin
sonsuz toplamlarında beliren
diferansiyel bir ilişkidir. 0/0 ilişkisi sıfıra eşit değildir. Diferansiyel bir
ilişkidir. Başka bir deyişle sonsuza küçülürken terimler yitip gitse de ilişki
hala devam etmektedir. Belirlenmiş tek şey terimler arasındaki ilişkidir.
-Özler mantıksal imkanlar
olamazlar. Eğer mantıksal imkanlar olsalardı, hiçbir şey olurlardı: Bu yüzden
özlerin fiziksel gerçeklikler olmaları gerekir. Ama bu fiziksel gerçeklikler
varoluşun fiziksel gerçekliğiyle birbirine karışmaz. Nedir özün fiziksel gerçekliği?
Beyaz bir duvar hayal edin. Üzerinde hiçbir şey yok. Sonra bir kalemle
geliyorsunuz, bir adamcık çiziyorsunuz, sonra onun yanına bir başka adamcık
çiziyorsunuz. Bu Ilgın bu da Fehmi J
Spinoza 7
Analizci bir yaklaşımla
cisimlerin/bireylerin yapıtaşlarına doğru gidebiliriz. Hücreler moleküller
atomlar. Daha sonra protonlar nötronlar ve daha da sonra quarklar ve bu bir son
değil mutlaka. Peki bu analizi nereye kadar sürdürebiliriz en temelde en küçük
ne var? En küçüğün içinde ne var? Spinoza en son noktaya yani sonsuza küçük
yapı taşına basit cisim diyor. Basit cisim sonsuzca küçük cisimdir ve bir
içselliği yoktur. Ancak basit cisimler birbirleri ile belli bir ilişki içinde
sonsuzca sayıda bir araya geldiklerinde bir içsellik yaratırlar ve bireyi
oluştururlar. Bir şeye şişe başka bir şeye minder diyebiliyorsak bunun sebebi
iki cismi ayrı ayrı oluşturan basit cisimlerin iki farklı cisimde de farklı bir
ilişki içinde olmalarındandır. Peki neyin ilişkisi bu? Hareket ve dinginliğin.
Tüm var oluşun çeşitliği her birey veya nesnede hareket ve dinginliğin farklı
oranlarda bir araya gelmesiyledir. Burada henüz cevapsız kalan soru hareket
varlık olarak nedir? Dinginlik varlık olarak nedir? Bu soru şimdilik kalacak.
Ama acaba bu soru şurada kendine bir örnek bulabilir mi? Örneğin müzik.
Seslerin ve sessizliklerin uyum içinde bir ilişki içinde oluşudur. Müziği
oluşturan ses ve sessizlik belki de hareket ve dinginlik için bir analog
olabilir. Bir başka anoloji de termodinamiğin temel yasaları üzerinden
kurulabilir diye düşünüyorum. Evrendeki her madde her cisim veya her birey de
diyebiliriz, sahip olduğu entropi ve entalpi açısından bir denge durumundadır.
Her şey maksimum entropi ve minumum enerjiyi arzular. Ancak maksimum entropi
maksimum entalpi gerektirdiğinden bu ikisi ancak denge halinde olabilir ve
evrendeki çeşitliliğin sebebi de bu dengedir. Böyle olmasaydı evren tek bir
fazdan meydana gelirdi ve çeşitlilik olmazdı. O halde entropi ve entalpi
ilişkisi Spinoza’nın hareket ve dinginlik ilişkisinin analoğu olabilir. Hareket
maksimum entropinin dinginlik ise minimum enerjinin yerine konulabilir.
Spinoza 8
Daha önce Spinoza’nın canlılık ve
cansızlık arasında bir fark koymadığını yazmıştım. Ve abiyogenez başlığı
altında canlı dediğimiz varlıkların cansızlıktan nasıl evrildiğini araştıran
bilim dalının da canlılık ile cansızlık arasına bir sınır çizmediğini de
yazmıştım. O halde madem hepimiz aslında cansız varlıklarız, ki bu bence
olağanüstü şaşırtıcı bir sonuç, o halde benlik diye tanımladığımız nedir. Eğer
ben kategorik olarak cansız bir varlık veyahut bir mekanizma isem o halde beni
diğerlerinden ayıran sınır nedir. Bana ait dediğim duyular nasıl bana ait
oluyor. Burada aklıma gelen şu. Ben dediğim şey aslında beni oluşturan tüm
şeylerin, organların, dokuların, sinirsel uyarımların, atomların yani her şeyin
duygulanışlarının toplamı olsa gerek. Benim parmağımı kesildiğinde acı
hissediyorsam ama bir başkasının parmağı kesildiğinde acı hissetmiyorsam bunun
sebebi ben dediğim şeyin aslında orada acı uyaranı veren sinirsel iletiler ve
onu algılayan reseptörler olmasıdır.
Para meselesi
Spinoza para
meselesi üzerine de bir şeyler söylemiş olsun isterdim. Deleuze’un Spinoza
üzerine 11 ders kitabında bu konuda bir şey bulamadım ama daha sonra
okuyacağımız Etika’da belki bu konu hakkında bir şeyler bulabilirim. Şunu merak
ediyorum para gerçekten insan toplumu için bir olmazsa olmaz mı? Daha önce
hakkında bir çeviri yapmış olduğum Jacque Fresco’nun Venüs Projesine göre hayır
olmazsa olmaz değil. Ve bizler avcı toplayıcı olduğumuz dönemde para diye bir
şey yoktu bu da bir gerçek. Neden paranın olmadığı bir dünyaya kafaya taktım
sebebini söyleyeyim çünkü paranın zehirleyici bir yönü olduğunu için için
hissediyorum. İşin çok derinlerine girmeye çabalamadan sadece çevremde ve
kendimde gözlemlediğim bazı şeyleri aktarmak istiyorum. İşin sonucu da şimdilik
paranın olmadığı bir topluma değil ama bir servetin peşinden koşmanın
anlamsızlığına bağlayacağım.
Kısa zamanda,
gençlik gitmeden, çok para elde etmek istiyoruz. Ne kadar çok para? Şu mahkum
olduğumuz 9-6 mesaisine hayatımız boyunca bizi bir daha mahkum etmeyecek kadar
çok para. Yada en azından kendi işimizi kuralım kendi kendimizin patronu olalım
da kendi kendimize izin verebilelim en azından bu kadarcığı olsun diyeceğimiz
para. Be sebeple pek çoğumuz daha liseden itibaren ve üniversite boyunca işi fikirleri para
kazanma yolları düşünür taşınırız. Hayat çünkü bir deneyimler ve olasılıklar
havuzudur. Hayatımız boyunca mümkün olduğunca çok deneyim yaşamak isteriz. Yani
gezmek ve yapmak istediğimiz merak ettiğimiz her şeyi deneyimlemek isteriz.
Kazandığımız paranın azlığının yanı sıra iş mahkumiyeti önümüzdeki en büyük
engeldir. Özellikle günümüz dünyasında kapitalist düzen bize hayatı para
kazanmak için bir fırsatlar dünyası gibi
tanıtır. Şansınız yaver giderse bahisten yada forexten oturduğunuz yerden
dakikalar içinde bir daha hiç çalışmanıza gerek kalmayacak ölçüde para
kazanabilirsiniz. Yani fırsat her zaman vardır. Es keza aklınıza düşecek bir iş
fikrini sadece iş fikrini bile satarak fırsatı yakalayabiliriz. İşte bu çok
para kazanmak için bir fırsatın her zaman var olduğu fikri insanı kolektif
mücadeleye katılmak yerine bireysel hareket etmeye yönlendirir. Ve evet işleri
ve şansı yaver gidip bunu başaranlar da vardır. Filmler diziler reklamlar
gazeteler bu kişilerle doludur ve günün birinde bizler de onlar gibi olup bir
arka sayfa güzeline sarılacağımız günün hayalini kurarız. Oysaki bence
göremediğimiz veya göz ardı ettiğimiz bir şey var. Sadece zengin olmakla asla
gerçek anlamda tatmin olup mutlu olmayacağız. Çünkü en basit bir yoldan diyelim
ki 5m$ kazanıp işte bu bana hayatım boyunca yetecek para bir daha çalışmama
gerek kalmayacak kurtuldum desek bile aslında kurtulmuş olmayacağız. Çünkü bu
sefer de diğerlerinin yoksullukları ile baş başa kalacağız. En sevdiğimiz
arkadaşlarımız, kuzenlerimiz, komşularımız 9-6 mesaisinde ömrünü geçirirken biz
bu çok boş zamanımızda kiminle takılacağız. Kimseyle paylaşıp dertleşeceğimiz
iki dedikodu edeceğimiz neyimiz olacak. Ve daha kötüsü birileri gerçekten
açlıktan ölüyorken biz paylaşmadığımız parayla daha büyük bir vicdan azabıyla
karşı karşıya kalmayacak mıyız. Ve o kadar parayı nasıl yöneteceğiz? Dolar mı
almalı ya düşerse altın mı almalı ya çalınırsa ev mi almalı ya savaş çıkarsa vs
vs. Bir sürü problem ve mutsuzluk sebebi. Belki de bu yüzden piyango
zenginlerinin daha sonraki batak hayatlarını sıkça duyuyoruz. Kendi kendilerini
bilerek batırıyorlar olamaz mı. Fakir oldukları hayatı özlüyorlardır belki. Belki
de ben bu yüzden forexte 1000$ kaybettim J Aslında şöyle bir
gerçek var tıpkı diğer türler gibi karıncalar gibi arılar gibi veya
kırlangıçlar gibi bizler de hayatta kalabilmek için çalışmak zorundayız.
Toplumsal bir refahın olması insanların çalışmasını gerektiriyor. Tek başına bir
kurtuluş olacağı yanılsaması ile hayatı kumar oynar gibi yaşamak yerine
kolektif bir mücadelenin içinde yer alırsak ve savaşlar gibi gelir dengesizliği
gibi gereksiz kaynak israflarını durdurabilirsek belki gelirlerimizi arttırıp
çalışma saatlerimizi azaltabilir ve çalışma koşullarımızı iyileştirebiliriz. O
zaman karıncalar, arılar ve kırlangıçlar gibi çalışmamız gerektiği kadar
çalışıp geri kalan zamanlarda keyfimize bakabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder