8 Ekim 2016 Cumartesi

koş. zin


ETTEN YAPILMALAR – Terry Bisson

"Etten yapılmalar."
"Etten mi?"
"Et. Etten yapılmalar."
"Et?"
"Buna hiçbir şüphe yok. Keşif araçlarımızla gezgenin farklı yerlerinden birçok örnek topladık, ve tümünü inceledik. Tamamen et.
"Bu imkansız. Peki ya radyo sinyalleri? Yıldızlara gönderilen sinyaller?"
"Konuşmak için radyo dalgalarını kullanıyorlar, fakat sinyaller onlardan gelmiyor. Sinyaller makinelerden geliyor."
"Tamam o zaman makineleri yapanlar kimler? İletişim kurmak istediklerimiz onlar."
"Makineleri yapanlar onlar. Sana söylemeye çalıştığım şey bu. Makineleri yapanlar et."
"Bu çok saçma. Et nasıl olurda bir makine yapabilir? Akıllı bir ete inanmamı mı istiyorsun?"
"İstemiyorum, söylüyorum. Bu yaratıklar bu bölgedeki akıllı tek ırk ve etten yapılmalar."
"Belki orfolei gibidirler. Hani bilirsin karbon tabanlı zeka ama et aşamasından geçiyorlar."
"Hayır. Et olarak doğuyorlar ve et olarak ölüyorlar. Onları birkaç nesil boyunca inceledik, ve bu zaten çok da zaman almadı. Etin ortalama ömrü konusunda bir tahminin var mı?"
"Hadi be sende. Tamam, belki de kısmen etler. Hani bilirsin weddilei gibi. İçinde elektron plazma beyin barındıran etten bir kafa."
"Hayır. Weddileiler gibi etten bir kafaları olduğu için bunu bizde düşündük. Ama sana söyledim. Tamamen inceledik. Her yerleri et."
"Beyin yok mu?"
"Oh, beyinleri var. Sadece şu ki beyin de etten yapılma! Sana söylemeye çalıştığım bu."
"Peki... düşünen ne?"
"Beni anlamıyorsun değil mi? Sana söylediğimi anlamayı kabul etmiyorsun. Düşünmeyi yapan beyin. Et."
"Düşünen et! Düşünen ete inanmamı bekliyorsun!"
"Evet, düşünen et! Bilinçli et! Seven et. Rüya gören et. Her şeyi yapan et! Olayı anlamaya başladın mı yoksa baştan mı almalıyım?"
"Aman Tanrım. Ciddisin sen. Etten yapılmalar."
"Teşekkür ederim, sonunda, evet. Hakikaten etten yapılmalar. Ve yaklaşık yüz yıldır bizimle iletişim kurmak için çabalıyorlar."
"Aman Tanrım. O halde bu etin aklında ne var?"
"Öncelikle bizimle konuşmak istiyorlar. Sonra sanırım evreni keşfetmek istiyorlar, diğer akıllı varlıklarla iletişim kurmak, bilgi ve fikir alış verişi, her zamanki gibi."
"Etle konuşmamız mı bekleniyor yani?"
"Evet bu bir fikir. Bize radyodan gönderdikleri mesaj bu. 'Merhaba. Orada kimse var mı? Evde kimse var mı?' Bunun gibi bir şey."
"O halde konuşuyorlar. Kelimeleri, fikirleri, kavramları mı kullanıyorlar?"
"Oh evet. Yalnız şu ki bunları etle yapıyorlar."
"Az önce bunu radyoyla yaptıklarını söylemiştin."
"Evet ama radyonun arkasındaki kim var sanıyorsun? Ses çıkartan et. Nasıl ki bir et parçasını çarptığında veya ona vurduğunda ses çıkartır, onun gibi. Etlerini birbirine çarptırarak konuşuyorlar. Hatta etlerinin içinden hava üfleyerek şarkı bile söyleyebiliyorlar."
"Aman Tanrım. Şarkı söyleyen et. Bu kadarı çok fazla. Ne öneriyorsun?
"Resmi olarak mı gayri resmi olarak mı?
"Her ikisi de"
"Resmi  önerim  evrenin bu bölgesinde bulunan tüm ırklarla veya çoklu yaşam biçimleriyle hiçbir ön yargı ve korku duymadan veya kayırmadan iletişim  kurmamız, hoş karşılamamız ve ağımıza dahil etmemiz gerektiğidir. Gayri resmi olarak ise kayıtları silip ve tüm bunları unutmayı öneriyorum."
"Bunu söylemeni umuyordum."
"Biraz acımasızca görünüyor, fakat bir sınır olmalı. Gerçekten etle iletişim kurmak ister miydin?"
"Yüzde yüz katılıyorum. Konuşacak ne var? Merhaba et. Nasıl gidiyor et? Fakat bu bir işe yarayacak mı? Kaç tane gezegenle böyle uğraşacağız?"
"Sadece bir tane." Diğer gezegenlere özel et kapları içinde gidebiliyorlar.  Fakat orada yaşayamıyorlar. Ve et oldukları için sadece C uzayında seyahat edebiliyorlar. Bu da onları ışık hızıyla sınırlandırıyor ve ancak çok zayıf sinyaller üretebilmelerine imkan tanıyor. Hatta aslında sonsuz derecede küçük sinyaller"
"O halde evde kimse yokmuş gibi yapacağız evrende"
"Evet."
"Acımasızca. Ama işte sen kendin de söyledin, kim etle iletişim kurmak ister ki? Peki ya keşif araçlarımıza alıp incelediklerimiz ne olacak? Bir şey hatırlamayacaklarına emin misin?"
"Eğer hatırlayacak olsalar bile deli oldukları düşünülecek. Kafalarının içine girdik ve etlerini yumuşattık, bizi sadece bir rüya olarak hatırlayacaklar."
"Bir etin rüyası! Bir etin rüyası olacağımızı düşünmek bile ne kadar ilginç."
"Ve tüm bölgeyi boş olarak işaretledik."
"Güzel resmi olarak ve gayri resmi olarak katılıyorum. Dosya kapanmıştır. Galaksinin bu tarafında ilginç başka bir şey var mı? Başka kimseler?"
"Evet, G445 bölgesinde dokuzuncu sınıf bir yıldızda kendisi biraz utangaç ama hoş bir hidrojen çekirdekli zeki küme var.  İki galaktik yıl öncesinde bizimle iletişimdeydi, şimdi tekrar arkadaş olmak istiyor."
"Her zaman bu civarlara geliyorlar"
"Neden olmasın? Düşünsene eğer biri evrende tamamen yalnız olsaydı evren onun için ne kadar da dayanılmaz, ne kadar da soğuk bir yer olurdu..."

son

Spinoza 9
Eylemler aynı oluğu halde niteliklerinin farklı olduğu bir örneği ele alıyor Spinoza. Neron’un ve Orestes’in annelerini öldürmeleri örneğini. Her ikisi de annelerini öldürüyorlar. Ancak tarih ve edebiyat Neron’u lanetle anarken Orestes bu şekilde kötülenmiyor tersine yüceltiliyor. Aralarındaki fark Neron bu eylemi gerçekleştirirken nankör acımasız ve boyun eğmezdir. Orestes ise babasını öldüren annesinden babasının intikamını almak için bu eylemi gerçekleştirir. Yani Orestes eylemi babası ile bir ilişki kurmak üzerine gerçekleştirir. Neron ise eylemini tutkularının yönlendirmesi altında gerçekleştirir. Orestes’in eyleminin sonucunda da bir dağılma (bir kişinin ölümü) söz konusu olsa da asıl hedef bir ilişki kurmaktır. Spinoza'ya göre tüm eylemleri iyilik veya kötülüklerine dair bu şekilde sınıflayabiliriz. Eylemin niyeti bir birleşme mi yoksa bir dağılma mı? Burada Ilgın’ın ansızın aklına düşüyor suç ve ceza’dan Raskolnikov. Acılarının sebebi tefeci yaşlı kadını öldürmek değildi. Onu öldürürken ondan nefret ediyor oluşuydu yani eylemini yaparken tutkularının yönlendirmesi altında olmasıydı. Burada benim aklıma gelen soru tutkularımızın yönlendirmesi altında olmaksızın nasıl eylemde bulunulabilir. Aklıma gelen tek cevap ise kişinin meditasyon halinde olduğu ve egosundan tamamen arınmış olduğu halidir.

Spinoza 10
Spinozadan derlediğim bilgiyle anladığım kadarıyla aşkın üç boyutunu yazmak istiyorum. Birinci boyutu aşkın pasif duygulanışlar altında gerçekleşmesi ve varlığını tamamen talihin ellerine bırakmış olmasıdır. Örneğin her sabah işe giderken dolmuşta için için yandığı kızla rastlaşan ama onu başka hiç tanımayan adamın aşkı gibi. İkinci boyutu kişilerin birbirlerine iyi gelen ve kötü gelen şeyleri keşfederek öğrendiği durumdur. Erkeğin sevdiği yemekleri öğrenen kadının ona bu yemeklerden yapması, kadının sevdiği şarkıları bilen erkeğin ona bu şarkılardan CD hazırlamasıdır yani kısaca birbirlerine iyi gelmeleridir. Üçüncü boyut ise Spinoza’nın deyimiyle kudret derecelerini bilmeleridir. Yani ayrı olarak veya birlikte olarak ne yapabileceklerinin ve ne yapamayacaklarının başka bir deyişle neyi başarıp neyi başaramayacaklarının bilgisine sahip olmalarıdır.

Spinoza 11

Delueze Spinoza’yı şöyle bitirdi: “Hiçbir zaman hiçbir eksiğimiz yoktur.” veya şöyle de diyebiliriz -her şey birdir.